Musa peygamberin kavmi ile yaptığı serüven herkes tarafından az ya da çok
bilinen bir vakadır. Bu serüven İsrailoğullarının lânetlenmesi ile biter.
Müslümanlık inancında en azından böyledir.
Bu olay genelde din adamları tarafından anlatıldığı için konu hep Allah’ın
büyüklüğüne, varlığına, kudretine ve mucizelere bağlanmıştır. Tanrı’nın
ne istediği ve bunu hangi yolla yaptığı konusu geleceğe ışık tutmak için pek
irdelenmemiştir. Hayata, insanın kişiliğine, topluluklara tarihsel ders ve
örnek olması yönünden pek bilinmez.
Musa bir Mısırlıyı öldürmüş ve bunun ile beraber sonradan, sarayda firavun
adayı olacak olan Musa’nın İsrailoğlu olduğu anlaşılmıştır. Bir Mısırlıyı (Kıptî’yi)
öldürmenin cezası ölümdür. Bu firavuna uygulanabilecek bir ceza mıdır? Aslı
Mısırlı olan diğer firavun adaylarını düşünürsek, Musa’nın İsrailoğlu olması bu
cezanın hemen uygulanması için yeterli sebeptir.
Firardan sonra
Musa Mısır’ı terk eder. Senelerce Medyen yurdunda geçen bir ömürden sonra, Sina
Dağı’nda aldığı bir emir ile hayatı değişir. İdam cezalısı olmasına rağmen
Mısır’a gelip Firavun’a “Sen insanların Rabbi değilsin. Beni insanların asıl
Rabbi gönderdi ve bu kavmi alıp gideceğim.” diyecektir. “Rab” kelimesi
Arapça kökenlidir. Türkçede “sahip” anlamına gelir.
(a. (sa:hip) 1. Herhangi bir şey üstünde mülkiyeti
olan, onu yasaya uygun bir biçimde dilediği gibi kullanabilen kimse, iye,
malik. 2. Herhangi bir niteliği olan kimse, ehil: Bilgi sahibi. Zevk sahibi. 3. Bir iş yapmış, üstlenmiş veya bir
eser ortaya koymuş kimse. 4. mec.
Koruyan, arka çıkan, gözeten kimse.) Büyük Türkçe Sözlük
Mısırdaki
yönetim sistemi…
Mısırdaki firavun kendisini İsrailoğullarının ve tüm insanların rabbı
konumuna oturtur. Halk da firavunun kuludur.
“Kul” Arapça bir kelimedir. Türkçe karşılığı “köle” ye denk gelir.
(a. 1. tar. Savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp
özgürlükten yoksun bırakılan veya başkasından satın alınan erkek, kul, esir,
abd. 2. Birinin emri altında bulunan, özgür olmayan kimse. 3. mec. Herhangi bir şeye aşırı derecede bağlı olan kimse: İçkinin kölesi. Paranın kölesi) BTS.
İsrailoğulları firavun için karşılıksız ve ölümüne (sadece karın tokluğu da
diyebiliriz) çalışırlar. Şöyle ki;
Şu an çalıştığımız gibi çalıştığımızı düşünün ama meselâ bunu karın tokluğuna
yapıyoruz. Güneş doğuyor, çalışmaya başlıyorsunuz. Güneş batıyor, evinize
çekiliyorsunuz. Karnınızı doyurmak için ne veriliyorsa o kadar doyuyorsunuz.
Kendiniz üzerinde tasarruf yetkiniz yok. Recep Tayyip Erdoğan yakınınıza
geldiğinde ya da gördüğünüzde namazdaki gibi secdeye kapanıyorsunuz. Günün
belli saatlerinde tüm Türkiye Ankara’ya dönüyor ve secdeye kapanıyor.
İşte, İsrailoğullarının o gün halleri bundan ibaret.
Bu rab inancını yüreklerde sağlam tutmak için sistemin kuralları katı ve
net. Cezalar ağır ve gecikmesiz uygulanıyor. İsrailoğulları bu kurallara uymaz
ise, yapana kadar cezalandırıyorlar. Direnirlerse, ölene kadar...
Firavun sahipliğe soyunmuş, halk da doğal olarak ve mecburen ona secdeye…
Musa bu şartlarda Mısır’a dönecektir. İdam cezalısı olduğu halde, “Sen Rab
(sahip) değilsin. Bunlar da kulların (kölelerin) değil. Beni her şeyin
sahibi gönderdi. Yaptığın bu işi bırak ve bu kavmi benimle gönder”,
diyecektir. Üstelik genel kanıya göre Musa peltek ya da kekemedir.
Musa’nın tartışmaları senelerce sürer. Birçok mucize ve meydan okumalara
sahne olur Mısır diyarı.
Peki,
bu süre içerisinde İsrailoğulları ne yapmaktadır?
Seyrederler!
Bir Mısırlıya itaatsizliğin kırbaç, secde etmemenin cezası ölüm iken; Musa Firavun’a söyledikleri ile Mısır kanunlarına göre cezasını çoktan hak etmiştir. Fakat senelerce Firavun Musa’ya dokunmaz. Firavun’un kulları durumu seyrederler. Hatta Musa’yı alt etmek için toplanan Mısırlılar bile Firavun’un tehditlerine rağmen Musa’ya katılır.
Evet seyrederler! Seyredenler kimlerdir?
Kurtarıcı olarak gönderilen Musa’nın Mısır’da idam cezalısı olduğunu
söylemiştim. Bir an kendimizi o zamanda yaşayan
İsrailoğullarının yerine koyalım. Musa yanımıza gelir ve Firavun’a
söylediklerini bize de söyler. Ağzımızdan düşürmediğimiz Allah en sonunda
yardımını yollamıştır. Musa bize Allah’ın adına konuşur. Bizi bu zulüm dolu
yurttan götüreceğini ve yeni kuracağımız hayatta bize yardım edeceğini söyler.
Üstelik bize kurtuluşu getiren, o sözleri söyleyen kişi idam cezalıdır. Dikkat!
Ülkemizde kendisini Allah yerine koyan ve bizim de secde ettiğimiz adama bize
söylediklerini söyler ve sağ olarak yanımıza gelir! Bir de bonus olarak mucizeleri
vardır.
Evet, şimidi durun ve hayal edin, ben olsam ne yapardım diye. Evet, ne
yapardınız?
Ne diyeceğimi bilemedim diyenler için bir örnek vereyim. Atatürk halkı
arkasında toplarken, halkına “kul” diyen sultan, Atatürk’ü ve onun ile yürüyen
halkı “kâfir” ilân etmiş, bağımsızlık mücadelesi veren milletin üzerine ordu
yollamıştır! Halife’nin bu yüksek (!) ön görüsünü emir bilip ayaklanan şeyh
efendileri saymıyorum bile. Atalarımız Atatürk'ün arkasında toplanmış ve hücum
etmiştir. Üstelik mucize filan beklemeden...
Kurtuluş mücadelesi verilirken, atalarımız göğüs göğse Anadolu’da Yunan'la
boğuşurken, İstanbul basını “maceracılar”, “Bunlar bizi rezil edecekler” gibi
görüşler, başlıklar atıyordu gazetelere. Yunan denize döküldükten sonra aynı
gazetelerin başlıkları ve köşe yazarları “bu bir mucize” demiştir.
Atatürk bu gazeteler ve köşe yazarları için şöyle der:
“Kimi basın bu yaptığımıza mucize diyorlar. Beyler bunu biz yapmadık mı?"
Bir Mısırlıya itaatsizliğin kırbaç, secde etmemenin cezası ölüm iken; Musa Firavun’a söyledikleri ile Mısır kanunlarına göre cezasını çoktan hak etmiştir. Fakat senelerce Firavun Musa’ya dokunmaz. Firavun’un kulları durumu seyrederler. Hatta Musa’yı alt etmek için toplanan Mısırlılar bile Firavun’un tehditlerine rağmen Musa’ya katılır.
Zaman zaman da İsrailoğulları, “Sen
yokken de zor durumdaydık. Sen geldin yine zor durumdayız”, diye isyan
ediyorlar.
Bir önderin arkasında malı ve canı ile birleşen bir milletin torunları olan
bizler, bu İsrailoğullarının senelerce egemenlik için neden beklediğine pek
anlam veremeyiz. Öyle yaşayacağımıza her şeyimizi feda etmeyi tercih ederiz.
Musa senelerin sonunda kavmini alır ve Mısır’dan ayrılır. Deniz yarılır ve
karşı kıyıya geçilir. Firavun ve ordusu deniz içerisinde yok edilir. Artık
Musa’nın kavmi için hiçbir korku kalmamıştır. Gözleri ile görmüş ve şahit
(şehit) olmuşlardır.
(Kendi
yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir
Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek
olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik). – Kassas 28–47
Musa’nın kavminin Firavun’un yok oluşunu görmeye ihtiyacı vardır. Musa’nın
senelerce Firavun’a dil dökmesinin, sanki Firavunu ikna etmek için yaşandığı
zannedilir. Aslında yaşanan süreç, bağımsızlığını, kendi hayatı hakkında
karar verme ve kendi hayatını yönetme tasarrufunu “güç Firavun’da” bahanesiyle
korkuyormuş gibi Firavun’a teslim etmiş İsrailoğullarına; olunacaksa bir tek
Tanrı’ya kul olmaları ve egemenliklerini kendi ellerine almak için inançlarını
yükseltme, korktukları şeye aslında kendilerinin inandıklarını gösterme
süreciydi.
Evet, İsrailoğullarının gizlediklerini açık etmesiydi Allah’ın istediği. Musa
bu yüzden peygamber olarak geldi. Tembel, fesat, ikiyüzlü oldukları ve arkadan
iş çevirdikleri için Firavun onları kolayca kontrolü altına aldı. Bilimden
yoksun yobazlardı. Önce Mısırlıların bilimi ve çalışkanlığı onları kuşattı.
Kendilerine seçtikleri önderler de kendi içlerinden çıktığı için bilimden ve
çalışkanlıktan uzaktılar. Zaten ilk onları kuşattı Mısır kültürü. Bu
önderler ilk olarak kendi inancını ve halkını sattı. Ve Mısır’da Yahudiler
üzerinde söz sahibi oldular ve tabiî ki servet... Satılanlar da bu karaktersiz
önderleri başına rastgele seçmedi. İşlerine öyle geldi. Sadece
yöneticiler kendi çıkarlarını gözeten hain değildiler. O önderleri başlarına
kendi içlerinden seçtiler. Kendileri gibiydi. Bu yüzden halk yöneticilerinin
kendilerini satacaklarını önemsemediler. Kendileri olsa, onlar da satardı
çünkü. Halk ve yönetici arasındaki fark sadece yönetenler daha büyük pay
sahibidir. Her anlamda. Servet, onursuzluk veya teslimiyet...
Cengiz Han’ın önünde aç ve açıkta sonunu düşünmeden Anadolu’ya göç eden,
Ertuğrul Gâzi önderliğinde Osmanlı’yı kuran Kayı Türkleri;
Mekke’deki sistemi reddederek, boykot yaşayarak ve Medine’ye göç eden Muhammet
önderliğinde Arap devletini kuran Araplar;
Anadolu’da kendi hayatı ile ilgili tasarruflarını başka milletlere vermemek
için Atatürk önderliğinde birleşip Yunan’ı denize dökerek Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran Atalarımız;
Her millet gibi biz de yozlaştık ve tembelleştik. Hatta sultanımızı Rab yerine koyduk. Onlar da bize “kul” dediler. Kabul ettik ama uyanık davrandık.
Kurtuluş Savaşı ile bedelini ödedik.
Önder ve seçilenler meselesi dünya var olduğundan beri vardır. Sistem nettir.
Asıl önemli olan önderin söylemlerinin içeriği değil, önderlerin arkasında
yürüyenlerin ne yaptıklarını bilerek yürümesidir. Şu da bir gerçektir ki,
hiç kimse işine gelmeden bir önder ya da yönetici kabul etmez. Kimilerin işi
tek kişilik, kimilerinin iki kişilik, kimilerininki aileleri, kimilerinin
milletidir.
Tam bağımsızlıktan sonra
Mısır’dan çıkılmış, deniz kapanmış, Firavun ve ordusu yok olmuştur.
İsrailoğulları’nın tüm korkularının son bulduğu andır. Artık Musa’nın görevi
olan “Rab” ve “Kul” dengesinin kırılması için hiçbir bahane kalmamıştır.
Kimsenin “Bizi zalimler yönetiyordu. O yüzden boyun eğdik, bir uyarıcı da
gelmedi ki...” diyemeyeceği an!
(İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar.
İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu
gibi sen de bize ait bir ilah yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz
cahillik eden bir kavimsiniz.” — A’raf 7–138)
Musa kavmini denizden geçirdikten hemen sonra, daha ayaklarındaki çamurlar
kurumadan isyana başladılar.
(Hani, “Ey Mûsâ!
Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için Rabbine yalvar da,
o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz.
O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin
şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları
kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın
âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi.
Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.) Bakara 2–61
Beslenme ve barınma ile ilgili hiçbir sıkıntıları yoktu. Yine isyan ettiler.
(Hani, biz Mûsâ
ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize)
zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.) Bakara 2–51
Musa vahiy için dağa çıktı, dönüş süresi uzatıldı. İsrailoğulları
firavunun inandığı dindeki Tanrı Apis’in (boğa) heykelini yapıp ona taptılar.
Daha birçok insanın içinde gizlenen ikiyüzlülüğe örnek verebiliriz. En sonunda
bu ikiyüzlülük sebebi ile de lanetlenmiştir.
Bir millet kendi sorumluluklarını başka birinin eline bırakamaz. Aslında bu
olay millet ile ilgili değildir. Milleti oluşturan bireyleri ilgilendirir. Eğer
bir kişi kendisinin ve ailesinin geleceğini düşünmez ise, o çağları bırakın
bugün bile hoş karşılanmaz. Asalaktırlar ve tembeldirler. Asalaklar birine
yapışırlar. Yapıştıkları ile hayatta vardırlar. Kendi geleceklerini bina
etmek gibi bir dertleri olmadığı için bir zaman sonra yapıştıkları kişilerin
kurallarına uymak zorunda kalırlar. Kendilerine bakmanın yöntemini
unuttuklarından, yapıştıkları akıllı olursa asalaklar onlara teslim olurlar. Her
şeylerini kaybederler. Bu kişilerden oluşan millet de aynı sonucu yaşar. Daha
sonra da suçu hep toplumdaki başka bireylere ya da başlarındakilere atarlar.
Sorumluluk almamak ve şikayet etmek daha kolaydır.
İsrailoğulları lânetlendiler. Peki, sebepleri soyları mıydı? Topluluk olarak
tek bir soydular. Fakat, bu onların ismi. Lânetlenen ise, karakterleri. O
karaktere sahip oldukları için lânetlendiler. İkiyüzlü oluşları ve
başkalarını da kendi kültürlerinde bozmaları yüzünden.
Lânetlenmek için gerçekten hukuk sistemini, adaleti, egemenliği, vicdanı
yani insanı insan yapan özelliklerinden uzaklaşmak gerekir.
(Devam edecek...)
(Devam edecek...)
Çok iyi gerçekten...
YanıtlaSil